11 Kasım 2009 Çarşamba

Bomba Kitaplar - 1


Geçen ay okuduğum üç kitap.
İlki Ortadoğu'nun şu anki ile bin sene önceki hali arasındaki benzerlikleri görmemize yardımcı oluyor, Batı ile aramızdaki ihtilafın derinliğinin önemli sebeplerinden birini tekrar hatırlatıyor. Gerçi kendisi Hıristiyan bir doğulu olan Amin Maalouf bu ilk kitabının son sözünde artık bu olayı unutmamız gerektiğini söylüyor ya...
İkinci kitap Sheffield Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünün bir profesöründen. Kitap 'Batı'nın üstünlüğü' klişesini kitlelerin kafasına yerleştiren Avrupamerkezci tarih anlayışının tezlerini çürütmek için yazılmış. İçinde verilen bilgiler ,özellikle istatistiki olanlar, son derece etkileyici.
Üçüncü kitap ise bugünlerde bazı gazetecilerin kendi meşreplerince yorumladığı fikirlerin kaynaklarından biri. Ama Fikret Hoca bu kitabı sanırım 'bir tarafı bir tarafına denk olan' (bu Soma deyişinin aslını yazmıyorum) liberaller için yazmamıştır. Şimdiden uyarayım; içinde yer verilen iddialar, fikirler ve gerçekler bazılarımızı incitebilir.

23 Eylül 2009 Çarşamba

Devrim Arabaları (ve ZİU)


Memleketimin hemen hemen her makina ve havacılık mühendisinin bildiği bir vakıanın işlendiği bu filmi vizyona girmesinden yaklaşık bir sene sonra gözyaşları ile seyrettim. Oyuncuların hikayeyi adeta yaşarcasına canlandırdığı düşüncesi DVD'deki "Kamera Arkası" bölümünü izlerken pekişti. Katkısı olan herkesin eline, yüreğine sağlık.
Dokuz sene önce benzer bir tecrübenin içinde bulunmuş biri olarak uzun yılların ardından Türkiye'de tasarlanan ve üretilen ilk uçağın ilk uçuşuna ait çekimi bloğa eklemek istedim. İşte TAI'de tasarlayıp prototipini ürettiğimiz zirai ilaçlama uçağı, nam-ı diğer ZİU'nun ilk uçuşuna ait kalkış videosu. Tarih 26 Haziran 2000. Tasarımında çalışmış genç bir mühendis olarak ben de oradaydım. Ömrüm boyunca bunun gururunu ve mutluluğunu yaşayacağım.




Foto: http://www.resimmotoru.com/data/media/762/devrim_arabalari_afis.jpg

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Taşrada 80'ler

Cumartesi öğleden sonraları Clementine, Pazar sabahları Voltran seyretmek. Pazar öğleden sonraları, elde spor toto kuponu, radyodan dönüşümlü verilen 1.lig maçlarını TRT spikerlerinin heyecanlı ve coşkulu anlatımlarından dinlemek. Pazar akşamları ertesi gün okul olduğunu düşünüp gerilmek. Çizgisiz beyaz A4'ün altına çizgili kağıt koyup dönem ödevi yapmak. Sobanın üzerinde ekmek kızartmak.
Çıplak ayakla çamurun içine bata çıka artezyen suyu ile bahçe sulamak. Gazoz kapağı, kibrit kutusu, bilye biriktirmek. Boş arsada plastik topla minyatür kale maç yapmak. Köpeğin kenelerini temizlemek. Okul bitirme hediyesi olarak futbol topu almak. Yurtdışında çalışarak biriktirdiği paranın büyük bir kısmını vererek kardeşine Commodore 64 alan bir ağabey. Namaz surelerini ezberleten bir babaanne. Yazın annenin çalıştığı okulun sınıflarında tahtalara tebeşirle bir şeyler karalamak. Sürgündeki babanın çalıştığı dairede babanın koltuğuna oturup sümenin içinden bulunan DMO antetli boş kağıtlara dolma kalemle bir şeyler çiziktirmek. Sabahları baba ile ülkenin en lezzetli kelle paçasını içmek. Babanın mobiletinin arkasında Pazar Pazarı'na gitmek. Ekmek üstü salça-zeytinyağı yanında taze koparılmış taze soğan yemek. Asmadan koruk koparmakla görevli olmak (salataya suyunun sıkılması için). İzne gelen Alamancıların çikolata vermesini beklemek. Yazları, öğlenleri, serin küçük odada, hafifçe uçuşan tül perdenin altındaki gıcırdayan divanda kitap okumak. Öğleden sonraları sokağa fırlayıp eve akşam ezanında, ancak tehdit ve korkutma ile dönmek.

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Çocuk Şarkıları


Çocuklu ailelere hararetle tavsiye ederim. Banu Kanıbelli'den dinlemekten sıkılmayacağınız enfes iki albüm.

Rapor

Türk futbol (spor değil) basınında kaybedilen maçlardan sonra bir klişedir, "Başkan XYZ teknik direktör IJK'dan ayrıntılı rapor istedi" cümlesi illaki yazılır. Hep merak ederim bu rapor sözlü müdür yoksa yazılı mı? Yazılı ise el yazısı ile çizgili A4'e dolmakalemle mi yazılmıştır yoksa MS Word ile bilgisayarda mı hazırlanmıştır ? Bilgisayarda yazılmışsa çıktı alınıp başkana iletilir mi yoksa teknik direktör raporu başkana maille mi gönderir ? Bu raporun bir formatı var mıdır? Döküman numarası mevcut mudur? Teknik direktör camiasında bilgisayarında bir Linux distrosu yüklü olan var mıdır? Falan filan...

26 Temmuz 2009 Pazar

Süblimleşme

Ortaokul kimya bilgilerimizi yoklayalım (yoksa ilkokul muydu?): Katı fazdan direkt olarak gaz fazına geçme olayı. Daha doğrusu, aradaki bir fazı atlayarak faz değiştirme. Kimya derslerinde hep duyulan ama hiç görülmeyen fantastik madde kuru buz ile yaşı otuzun üzerinde olanların elbise dolaplarından hatırlayacağı banal madde naftalin normal koşullar altında (NKA) bunu yapabilen şey(!)lere klasik iki örnektir.

Foto: www.all-water.org/ Water_Cycle.html

12 Temmuz 2009 Pazar

Srebrenica - 11 Temmuz 1995

Hikayeyi tekrar anlatmaya gerek yok. Yaşı yirmibeşin üzerinde olan herkes hatırlar herhalde. "Bütün savaşlar kirlidir" deyip, uzatmıyorum.

Foto : http://www.nowpublic.com/srebrenica_memorial_tiles

11 Nisan 2009 Cumartesi

Rachel Corrie



10 Nisan 1979 - 16 Mart 2003

30 Mart 2009 Pazartesi

ABB Seçim Sonuçları


01.26 (TSİ) itibarıyla Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçim sonuçları.
Sonuçları, ekranlardaki ağzı kalabalıklara özenerek, yorumlamak gerekirse :
(1) MK geçen seçimde sol olarak tabir edilen (!) oyların toplamının bir gıdım ötesine geçememiştir.
(2) MY, İMG'nin sillesini yemiş ama eli MK'ya oy vermeye hiçbir zaman gitmeyecek insanların oylarınını da alarak partisine Ankara'da rüyasında göremeyeceği sıçramayı yaptırmıştır.
(3) RTE oynadığı kumarı kaybetmiştir, İMG ilerde başına büyük dert açacaktır.
(4) Ankara önümüzdeki yıllarda Gotham City olma hedefine kaldığı yerden devam edecektir.

26 Mart 2009 Perşembe

büyük başkan (!)



Bir forumda rastladığım bir tartışma üzerine , yavşak kelimesinin mahkemeler tarafından hakaret olarak kabul edilip edilmediği hakkında kısa bir araştırma yapmıştım. Çıkan bazı sonuçların emsal teşkil edebileceği endişesi ile o gün bugündür, TDK sözlüğünde kelime anlamlarından biri 'bit yavrusu' olarak verilmiş bu kelimeyi kullanmaktan imtina ederim.
Türk belediyecilik tarihine adını altın harflerle yazdırmış, yaşayan bir efsane haline gelmiş büyük başkan bir dönem için daha aday oldu. Oldu olmasına ama aday adaylığı süreci epey sıkıntılı geçti. Onbeş seneden beri karşısında olanların toplamının yapamadığını kendi genel başkanı yaptı; ezdi, ezdi, ufaladı, küçülttü, tekmeledi, oradan oraya savurdu. Ama sonuç sayın belediye başkanı hakkındaki düşünceleri benimkilere benzer olanların beklentilerini karşılamadı. Bense büyük bir zevkle izlediğim bu girift oyunun sonucundan ziyadesiyle memnunum. Bana göre başbakan yapılabilecek en iyi hareketi yaptı. Aday göstermese adamın bunu partinin ve başbakanın yanına bırakmamak için elinden geleni ardına koymayacağı herkesin malumuydu. Vatandaşın adaylığı açıklanmadan önce verdiği bir demeç eşimin dikkatini çekmişti: Hırslı bir şekilde 'Kim aday olursa olsun kaybeden CHP olacak' diyordu. Eşim bunu 'ulan beni bir aday göstermeyin ben yapacağımı bilirim ' yollu bir tehdit olarak yorumlamıştı ki; tekrar tekrar seyrettikten sonra hak vermiştim, başkan sol gösterip sağ vuruyor, mesaj veriyordu. Partinin bir başka aday çıkartıp kaybetmesi ise bence başlarına gelecek en büyük felaketlerden biri olabilirdi. Bu durumda 'çakma efsane' daha da büyüyecek, belediye başkanlığı yaptığı dönemde elde ettiği mali gücü kullanarak yoğun bir propaganda faaliyetine girişecek, partisine meydanı dar edecekti. Evet, adamın bir kere daha seçilme ve bizim ona (ve dahi yetişmiş yavrularına) bir 4-5 sene daha maruz kalma ihtimali epey yüksek. Ama düşük de olsa, bu seçimin sonunda ondan ebediyen kurtulma olasılığını düşünmek dahi insanı keyiflendiriyor.

12 Şubat 2009 Perşembe

Babam

Ben doksan iki yılında, on yedi yaşında, üniversite okumak için evden kopup Ankara'ya giderken babam da emekliye ayrılmış eve dönüyordu. Altmış yaşındaydı ve otuz sekiz seneden beri çalışıyordu. O yıllarda bir devlet memuruna göre oldukça yaşlı sayılırdı. Memuriyette klişedir; yaş elliyi geçtimi, 'Oooo X Bey ne zaman emekliye ayrılıyorsun' sorusu gündelik hayatınızın bir parçası haline gelir. Babam için de durum farklı değildi. Yaşı elliden altmışa doğru devrildikçe bu sorunun frekansı da artmıştı.Başlarda bu suali esprili cevaplarla rahat bir şekilde savuştururken sonraları muhabbetin geçtiği ortamların onu sinirlendirdiğini gözlemlemiştim. O zamanlar hissettiğim, uzun yıllar sonra ise artık kesinkes emin olduğum gerçek şu idi ki; babam işi ile var olanlardandı. Hayatı boyunca sadece ve sadece memurluk yapmış, onun haricinde ek bir işe girişmemiş, okumak ve akşamcılık(!) dışında hiçbir hobisi olmamıştı. Emekli olmak istemediği gibi, olduktan sonra da ne yapacağına dair hiçbir fikri yoktu. Bu yüzden üniversite sınavının tarihi yaklaştıkça, hafiften emekli olmanın zamanının geldiğine dair bir şeyler gevelemeye başlaması beni şaşırtmıştı. Sebep olarak öne sürdüğü, üniversiteye gidecek olmam ve bunun masraflarının altından sadece emekli ikramiyesi ile kalkılabileceği idi. Ağabeyim üç sene önce evlenip gitmişti. O dönemde iyi sayılabilecek bir ücretle çalışıyordu ve anne ve babamın yardımına ihtiyaçları yoktu.Evde benden gayrı herkesin, annem, babam ve babaannem, birer maaşı vardı. Yani safi yiyici konumunda olan bir tek bendim. Bu durumda, şimdi düşünüyorum da, nasıl olur da, bir öğrenciyi okutmak için, hem de o dönemde, emekli ikramiyesi gibi bir meblağa ek olarak ihtiyaç duyulur, anlamıyorum. Ya bizim ailenin istisnasız her ferdinde görülen para konusundaki hesap-kitap bilmeme sorunundan ötürü gerçekten böyle düşünüyordu ya da ayrılmak için kendini ikna edecek sebebi böylece bulmuştu.Neyse, sebep her ne idi ise, sonunda kararını kesinleştirmiş, dilekçesini vermiş ve sınavın olduğu tarihlerde tekaüt olup eve dönmüştü. Eve dönmüştü diyorum çünkü son on senesini yaşadığımız ilçeden doksan kilometre uzaktaki sürgün gittiği ilçede geçirmişti. On sene boyunca pazartesileri gidip cumaları geri dönmüştü. Tek başına olduğu ve sadece hafta içi kaldığı için ev tutmayı fuzuli bulmuş, kalacak yer sorununu hükümet konağının bahçesindeki depo kılıklı yerin eskiden çay ocağı olarak kullanılmış kısmına el koyarak halletmişti.On sene boyunca, hafta arası, tüm eşyası tek kişilik bir yatak, kışları kullandığı bir elektrikli soba ve battaniye, mezelerini hazırlarken ihtiyacı olan tabak-çanak, çatal-bıçak, bardaktan ibaret olan bu on beş-yirmi metre karelik yerde yaşamıştı. Bu on yıl zarfında ben bir çocuk saflığı içinde hep bir gün tayinin çıkıp döneceği umuduyla beklemiştim. Halbuki biraz düşününce,babamın pozisyonu gereği, bunun ne kadar boş bir beklenti olduğu ortadaydı. Babam kaymakamlık yazı işleri müdürü idi ve bu pozisyondan her ilçede birer tane vardı. Pek tabii ki, başka bir ilçeye gidebilmenizin birinci şartı gitmek istediğiniz yerdeki bu koltuğun boş olması ya da oradaki denginizin becayişi kabul etmesiydi ki, bu ikisinin de ihtimali gayet düşüktür. Her neyse... Sonunda babam emekli olarak da olsa geri dönüyordu ama bu sefer ben gidiyordum. Gittim, bir o evde yaşadığım kadar daha yaşadım ve bir daha da geri dönemedim. Üniversite için ayrıldıktan sonra babamla bir arada geçirdiğim en uzun süre hazırlık ve birinci sınıfın yaz tatilleri idi. Ondan sonra evde bulunduğum tatillerin sayısı ve süresi hızla azaldı. Ben büyüyordum. Babamla konuşmam gerektiğine inandığım konuların içeriği ve adedi artıyordu. Mesafeler ve aralar arttıkça onunla birlikte yapmak istediklerim de artıyordu. Babam ise hızla küçülüyordu. Her uzun aranın geri dönüşünde görüyordum ki; babamla konuşmak gittikçe zorlaşıyordu. Emekli olduktan sonra hızla çökmüştü. Bir süre sonra rakıyı bile bırakmıştı. Bu bir süre beni epeyce korkutmuştu, hasta olmasından şüphelenmiştim. Israrlı sorularıma en sonunda cevap vermiş, artık zevk vermediği için bıraktığını söylemişti. O zaman bunu duyunca sevinmiş, rahatlamıştım - Annemin aleyhte propagandasının da gazıyla bu akşamcılık meselesini o zamanlar gözünde çok büyütürdüm -. Şimdi düşünüyorum da, cevabın aslında ne kadar da korkunç olduğunu anlayabiliyorum... Yaşamla arasındaki bağlantıları koparıyordu. Artık hiç kitap okumuyordu, gazete almayı bile kesmişti. Hayatının bir parçası olan mobiletiyle yaptığı kazadan sonra- bir iki kaburgası incinmişti sadece - dışarı çıkmayı da azaltmıştı. İki - üç haftada bir telefon açtığımda konuşacak bir şey bulamıyorduk. 'Baba nasılsın ?' dediğimde, 'Uzatmaları oynuyoruz' cevabını sıklıkla duyuyordum. İşin kötüsü bunu söylerken samimiydi. Hakikatten de 'Ben göreceğimi gördüm, bitse de gitsek artık' havasındaydı.
Memleketimden 2000 km uzakta, 9 Nisan 2008'de, alelade bir iş gününün sabahında çalan telefonun ahizesini kaldırdığımda ilk duyduğum eşimin boğulurcasına hıçkırıklarla ağlamasıydı. 8 Nisan gecesi babamı aniden kaybetmiştik. Yetmiş altı yaşındaydı ve artık gitmek istemesinin dışında hiçbir problemi yoktu.
'Erkeğin ölümü babasının ölümü ile başlar' demişti bir arkadaşım. Konuşamadıklarım ve yapamadıklarımla babamı çok özlüyorum...